Milliyetçiliğin Arkasına Saklanan Renk = YEŞİL (4 Şubat 2008 Akademi Bülteni )

Milliyetçiliğin Arkasına Gizlenen Renk = Yeşil Ve Bu Yolda Ulusalcı Milliyetçi Ayrıştırmaları Öncelikle Bir hatırlatma yapayım... Bir ara en büyük tehlike İRTİCA idi. Bugün nerede? Duyan tartışan var mı? Hani medya neredesin? İşin içine girelim… Aslında bugüne gelişimizin ilk başlangıcını Terör Sorununun başlangıcından almak gerekiyor. 1980 öncesinde ayyuka çıkan sağ – sol çatışmalarında Türkiye’de milliyetçilik, milli çıkarları kollamaktan çok sol görüşe karşı çıkmak şeklinde gelişti ve kendini daha çok sağ görüşte buldu. O zamanlar ulusalcılık terimi, milliyetçilik kadar gelişmemişti. Aslında ulusalcılık, her iki “düşman kılınan” tarafın da ulusalcılıktan nasiplenmesi, iki görüşten de ortak noktalarının var olması sebebiyle gelişmedi. Fikrimi daha açık söylemem gerekirse, o zamanlarda ulusalcılık söyleminin gelişmemesinin esas sebebi, birbirine düşürülen tarafların ortayı bulabilme ihtimaliydi. 1980 darbesinin ardından, ülke daha kötü bir sürece itildi. Hem zamanın sağcıları, hem solcuları hapislere atıldı ve her savaşta olduğu gibi güçlenen – güçlendirilen taraf savaşa katılmayan taraf oldu. Dikkat edin o zamanlarda iki kanadı oluşturan kesimin hiçbirinde din asıl farklılık değildi. Fakat darbe sonrasında pek yeni olmayan ama asıl aktör olarak sahne almamış bir görüş sahibi olundu. Milli görüş ve nakşibendi kadroları içince gelişen bir milliyetçi – muhafazakar görüş dillendirilmeye başlanırken, darbeciler tarafından kollanan kesime kimlik olarak takıldı. Artık ülkede gelişmeye başlanan ve belli bir şekilde biryerlerden destek alarak büyüyen bir kesim vardı. Bu görüş hakkında kendi değerlendirmem, daha önceden belirlenmiş kesimin din kaygılarının milliyetçilik çerçevesi ardına saklanarak gelişti ve bu kişiler 80 öncesindeki milliyetçi görüşe İHANET ederek fena halde LİBERALLEŞTİ. Yani artık karşımızda, din ayrımı yapmayan dinciler, millet ayrımı yapmayan milliyetçiler vardı. Bunun en önemli örneği döneminin en önemli siyasetçileri olan kişilerin NAKŞİBEND’idir ve hepsi de zamanında Süleyman Demirel’in partisi tarafından üst noktalara atanmışlardır. 3 kişiye de bakarsak hepsi değişik özelliklere sahiptir ama esas özellikleri, özlerinde milliyetçi muhafazakar olmaları en kötü ihtimalle bu kişileri desteklemeleridir. Yanlarına aldıkları üst düzey bürokratlar da genelde ABD’de görev almış bürokratlardır. Yine 80 sonrası ülkede yükselen milliyetçilik kisvesi altındaki dinciliği geliştirme çabaları yeni bir taban daha bulmuştu. Milliyetçilikten nasiplendirilemeyen Güneydoğu ve Doğu bölgesinde desteklenen Terör, bölgede dinci kesimin desteklenmesi için sebep olmuştur. PKK karşısında güçlendirilen Hizbullah, kendi çıkarları açısından bölgede PKKya karşı savaşmıştır, fikrimce savaşır gözükmüştür. Bu sayede halk ile bağ kurmayı başaran Hizbullah, Bölge insanını dinci yapılanmaya yaklaştırmıştır. Bugün karşımızda doğu bölgesine iyice yerleşmiş hocalar, şeyhler, şıhlar varsa; milletvekilleri, bakanlar, başbakanlar gidip ellerini öpüp icazet alıyorsa, bunlar hep desteklenen Hizbullah ve dolayısı ile dinci yapılanma yüzündendir. Evet, devlet teröre karşı bu sayede bölge halkını düzenleyebilmiştir ama bu düzenlemenin dinci yapılanmaya olan katkısı da görülmüştür. Yani 80 darbesinin ardından dinci yapılanma 2. zaferini terör sayesinde ve milliyetçilik kisvesinde kazanmıştır. Günümüze yaklaşırken görmekteyiz ki 2002 seçimleri bu yatırımların sonucu olmuştur. Tabi bunu anlamak için 1999 seçimlerine bakmak gerekir. 1999 yılında yapılan seçimde, terörün gelişimi ile paralel olarak artan milliyetçi oylar, halkın terörden aldığı yaranın da üst noktaya çıkması ile, M.H.P. oylarının hiç olmadığı kadar artarak 2. parti olması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Dikkatleri çekmek istediğim konu, 1999 seçimleri öncesi yıkılan iktidar, Doğruyol – Refah koalisyonudur ve tamamen vatanperver bir tepki olan 28 Şubat süreci sonunda yıkılmıştır. Ülkenin dinamiklerinin kendini koruması için son eylemi olan 28 Şubat, az önce anlattığım bütün oyunların duraklamasına ve seçim sonucunda olabilecek en uygun milli iktidarı ortaya çıkarmıştır. Aslında o iktidar 28 Şubat sürecinin tamamlanmasına da bir anlamda engel olmuştur. O dönemde bakan, başbakan olarak görev yapan kişilerin geçmişlerine bakarsak, partilere sızan tarikatçı yapılanmaların, 28 Şubat sürecine de taş koyduklarını görürüz. Bunun gerçekleştirmesinde; cemaat içinden veya dış desteklerle gelen kişilerin kabineye girmiş olmasıdır. Yine de başarıyla direnen iktidar, bir ara dış destek almış olmasına rağmen, içeride gelişen olaylar ve anlaşmazlıklar sonucunda dış güçlerin istediği çizgiden çıkmaya çalışmış (dikkat çıkmış diyemiyorum) bunun sonucunda da yine dış etkenlerle oluşan ekonomik yıpratmalar ve IMF tarafından zorla dayatılan politikaları sonucunda pes etmek zorunda kalmıştır. Aslında alınan seçim kararı kesinlikle yanlış veya zamansız bir karar değildi. Abdullah Öcalan’ın yakalanması ile ivme kazanacağı düşünülen milliyetçilik, aslında ivmeyi kaybetmişti çünkü terör bitmişti. Sürecin yanlış okunması sonucunda ortaya çıkan bu değerlendirme, birçok partinin başını yakmıştır. Aslında süreci dikkatli takip edenler bugün her şeyi açıkça kavrayabilmektedir. 2002 seçimlerinde tasfiye edilenler, ulusalcı ve milliyetçi kesimdir. 1980 – 2002 arasında ülkenin her noktasına milliyetçilik kalkanı altında yerleşen dinciler bunun meyvesini 2002 seçiminde almıştır. Dikkat ediniz AKP’nin yoğunlukta oy aldığı bölgeler, yıllar yılı dinci yapılanmaların üzerinde çalıştığı yerlerdir. Doğudan aldığı oylar, bugüne kadar muhafazakar partilerin alamadığı kadar çoktur. Buna “Özal Dönemi” de dahildir. 2002 seçimlerinin sonucuna tasfiye edilen ulusalcı ve milliyetçi görüşler, bugün kendini bulma ve ortak noktalarda birleşme sürecindedir. Uzun yıllar boyunca dinciler tarafından kullanılan ve sağ görüşün sahiplenmesinden dolayı sol görüş tarafından uzak durulan milliyetçilik ve yeni bir isim bularak sol görüşün milliyetçiliğinin yarını alan ulusalcılık terimleri, bugün ortak noktalarını bulmaktadırlar ve Atatürk görüşlerine dönme sürecinin sancılarını çekmektedir. Yıllar sonra üzerine tekrar düşünülmeye başlanan bu düşünceler artık öze dönüş sürecine girmemizi sağlamıştır ve halk artık bu görüşleri benimsemiştir. Zaten bugün gelişen olaylar da bu öze dönüşü bozmaya çalışanların yaptıklarının sonucudur. Halkımız artık kendi değerlerini korumak için birleşirken, insanlarımız gerek milliyetçiliği kendine mal eden BBP partisi ve Alperen ocaklarının değnekçiliğiyle, gerek milliyetçilik ırkçılıktır diyerek insanları karşısına itmeye çalışan insanların yardımı ile tekrar bir oyun sergileniyor. Türk halkı umarım bir gün milliyetçilik ile ulusalcılığın çıkış noktalarının ve gelişimlerinin aynı noktada olduğunu ve milliyetçi olmadığını söyleyenlerin aslında Atatürk’e ihanet ettiklerini, ulusalcılığın da milliyetçiliğin rakibi olduğunu söyleyen, ulusalcıların bölücü olduğunu söyleyenlerin oyununa gelmeyecektir. Bu bir oyundur, oyuna gelmektir. Milliyetçilik ve ulusalcılık rakip değildir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan herkesin Türk olduğu kuralını etnik temele dayanarak yalanlayanlar oyuna gelenlerdir. Türk, bir etnik kimlik değildir. Türkmenlik bir etnik kimliktir. İnsanların buna alışması ve içselleştirmesi gerekmektedir. Türkiyelilik kimliğinin oluşturulmaya çalışılması, kurtuluş savaşı sonucundaki kazanımlarımızdan geri gidiş anlamına gelmektedir. Halk tarafından da kabul görmemiştir. Bunun üzerine de Kürt – Türk çatışmaları yaratılmaya çalışılmıştır. Türkiye yıllardır gerçek bir tartışma ile karşılaşmamıştır. Sağ ve sol görüşlerin ayrım noktası olan sınıf farklılığına bakışları üzerinden yıllardır bir tartışma geçmemiştir. Aslında ülkede iki görüş de kendine ihanet etmiş ve üzerlerine oynanan tüm oyunlara, tüm kışkırtmalara çanak tutmuştur. Ülkedeki kaos düzeni de en çok yeşil kuşak oluşturmaya çalışanlara yardım etmiştir. Bugün ise gerçeği görmeye başlayan kendisini ulusalcı ve milliyetçi olarak tanımlayan kişilerin yakınlaşması ayrıştırılmaya çalışılmaktadır. Ülkede son 2-3 yıldır yayılan dip dalgası ve öze dönüş çabalarının sonuç vermesi için kendimizi ne olarak tanımlarsak tanımlayalım, kim veya kimden olarak görürsek görelim, ister ulusalcı ister milliyetçi olalım, bizi oyuna getirmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmemek için, Atatürk’ün farklılıklara rağmen ortak noktalarıyla birleştirmeyi başardığı Türkiye’nin yapısını korumak adına, öne farklılıklarımızı değil benzerliklerimizi koyarsak Tam Bağımsız kalarak yaşayabiliriz. Yoksa sadece birbirimizi yemekten ve sürünün çobanı için yaşamaktan başka işe yaramayız. Gelişmemiş insanların kendi için tek bağlayıcı sebep olarak gördükleri mezhepsel ve ırksal bağlılıklar üzerine tartışmak bize yakışmıyor. Önce bunlardan sıyrılacağız ki sonra bizi sömürenleri ve sömürü düzenin tartışalım. O gün gelince göreceğiz ki sağcısı - solcusu artık pek farklı düşünmüyor. Sömürüye karşı herkes birleşebiliyor. Tıpkı ırkçılığa, bölücülüğe bağnazlığa, dinciliğe, tarikatçılığa ve buna çanak tutanlara, bundan rant sağlayanlara karşı birleştiği gibi sömürenlere karşı da birleşebileceğiz... http://www.akademi-bulteni.com/php-files/news.php?readmore=128

Hiç yorum yok: