Ayarsız Enerji

Bu günlerde çok ilgimi çeken bir reklam var. Tanınan bir çikolata firması, bir ürününün fiyatını yarıya indirince ne olur demiş ve tavandaki avizeyi söken mi ararsınız, 2 kişiyi iskeleden atan mı… Ben çok beğendim, bakkala gittiğimde de o ürün çok dikkatimi çekti. Hemen o reklam aklıma geldi. Ürünü daha fazla kişi yiyeceği için kullananlarda “ayarsız enerji” oluşurmuş. Bizde de politikalar basitleştikçe ortaya ayarsız enerji patlaması çıkabiliyor. İktidarından muhalefetine, bürokratından diplomatına, bazen hepimiz ayarsız enerji patlamasına uğruyoruz. Yaklaşık on beş dakika önce birkaç örnek vermeyi planlamıştım, gerek sıfatlarını etnik tanımlardan seçen açılımlar, gerek yerel gerekse uluslar arası siyasetten birkaç örnek verecektim. Nasıl olsa bu sıralar siyasette her yer ayarsız enerji patlamasıyla dolu. Ergenekon bile solda sıfır kaldı. Fakat az önce okuduğum haber, diğerlerinin hepsini bastırdı. YÖK başkanı Prof. Dr. Ziya Özcan, küçük oğlunu anaokuluna götürmüş. Çocuğun okuldaki ilk günü, basın da gelmiş, sonuçta haber değeri taşıyor. Başkan da dahil olmak üzere herkes heyecanlı. Basın mensupları durur mu hemen sorulara başlamış. YÖK Başkanı belli ki saf bir insan, yukarıdan uyarı gelmediği sürece her daim soruları yanıtlamaya hazır. Bunun için ki Özcan’a çok sefer “Sus” temennisinde bulunulduğuna dair haberlerle sık karşılaşıyoruz. Gelgelelim, Özcan’ın açık yürekliliğini bazen acı şekilde deneyimleyen “yukarıdakiler” soruna çözümü hemen bulmuşlar. Danışman… YÖK Başkanı Özcan’ın anaokulunda ve hayvanat bahçesinde verdiği iki yanıt, danışman tarafından törpülenmiş. Bunlar ne mi? İngilizce eğitim veren okula başlayan oğlundan dolayı İngilizce eğitimin önemini anlatırken, danışman YÖK Başkanı’nın konuşmasını düzeltmesini ve Türkçe eğitimin önemini vurgulamasını istedi. Hayvanat Bahçesi'nde bulunan koyu renkli bir tavşana 'Arap' ismini vermek isteyen Özcan ve oğluna, ırkçı söylemler olduğunu söyleyen danışman, koca YÖK Başkanı’na yine izin vermedi. Bahsettiğimiz kişi Türkiye’de bilimin bir numarası, yöneticisi. İnsanların nasıl konuşması gerektiğinden tutun da nasıl davranması gerektiğine, uçakların uçuşundan böceklerin ötüşüne kadar bütün konularla uğraşan bilimin en önde giden insanı. Üniversitelerin başı, daha ne olsun? Bu Başkan’ın konuşmaları, kendi danışmanı tarafından bu denli düzeltiliyorsa ya YÖK başkanı bu makamı hak etmemektedir ya da YÖK Başkanı yukarıdan yönetilmektedir. Hem de hayvanat bahçesinde neler söylemesi gerektiğine varana kadar yönetilmektedir... Demek ki reklam gerçekmiş. Bir ülkede siyaset ve yönetim tarzı ucuzladıkça “Ayarsız Enerji” ortaya çıkıormuş.

Bizim Darbe Güzel Darbe

Geçtiğimiz gün çok ilginç bir haber yayınladı. Başbakan Erdoğan’ın şahsen ve özellikle davet edildiği darbe kutlamasına, kendisini temsilen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç katılıyor. Hem de Emine Erdoğan ile birlikte.
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Turşusu kurulan belli…
Onlar ki bir yandan askeri darbelere karşı çıkmaktadırlar. Bu sözlerini desteklememek mümkün mü?
Fakat bir numaralı siyasi kavga yaptıkları, kendilerini darbe girişimi mağduru göstererek oyları kaptıkları günleri bizler unutmadık.
Bu iktidar birkaç kişinin aklından geçti, üç-beş kişi koca iktidara darbe yapmak için uygulamaya geçti diye yaş-kuru ne varsa herkesi toplamadı mı?
Bir bakalım, darbe istedi kanaati uyanmazsa salıveririz diye hareket etmenin darbeden ne farkı var? Sivil darbe diye buna deniyor.
Ve gelin görün ki çadırında Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanına bin türlü hakarette bulunan kişi ABD’ye yakınlaşınca ilişkilerimiz tadından geçilmez oldu.
Demokrasi kahramanlığı buraya kadar.
Bu ülkenin demokrasi kahramanı kesilen Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan, 40 yıl önceki askeri darbeyi kutlamaya gitmişlerdir. Çünkü 40 yıl önceki darbe “Bizim darbe” konumundadır.
Her şeyin iyisi kötüsü olduğu gibi darbelerin de iyisi kötüsü oluyor.
Ve ne yazık ki bu bakış açısı, başarılı darbeleri kendi adamlarının gözünde haklı kılıyor.

Başka fikirlerden korkup yaftalamayın(!)

Korkmayın, Yaftalamayın Bu açılım konusunda yazmak bir dert, yazmamak bir dert. Fakat dayanamadım, tartışmalar sırasında yapılan hatalara dair son olmasını umduğum bir yazı yazmaya karar kıldım. Öncelikle PKK Kürtlerden oluşan bir örgüttür ama içerisinde Suriye Arapları da yer almıştır. Bunu not olarak düşmek gerekiyor.
PKK bir terör örgütüdür ama sadece ırkçı bir terör örgütü olarak tanımlamak çok yetersiz. Dikkat ederseniz örgüt Kürt olmayanları değil, devletle iş birliği yapanları hedef almakta. Bu da onları çoğunluğu Kürtlerden oluşan devlet karşıtı siyasi bir örgüt kılıyor.
Bugüne kadar tek talepleri Kürdistan olmadı. Örgütün içerisinde ciddi fikir ayrılıkları var. Irak’ın kuzeyinden defedileceklerini anladıklarından beri de Kürdistan istekleri iyice kayboldu. Çünkü onların hayali Irak’ın kuzeyi ile Türkiye’nin Güneydoğusunu birleştirmekti. Son yıllarla kadar zaman zaman güç mücadelesi verdikleri Barzani ABD desteği ile tek kuvvet haline gelince Türkiye’den toprak taleplerinin saçma olacağını anladılar.
Ve tabi ki kararları, yok olmamak adına Türkiye içerisinde tanınma mücadelesi vermek oldu. Siyasallaşmaya bu kadar önem vermelerinin sebebi de tamamen bu.
Ayrıca Kürtlerin PKK’yı temsilci olarak gördüğünü zannetmek de saçma.
Şu gerçeği göz ardı etmeyelim. Güneydoğu’da Kürt aşiretleri ve köyler “bu sorunu silahla çözemezsiniz” diyerek bu ülkeye bağlılıklarını kanıtladıklarında yanlarında ilk biten Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güçlü kolları olmadı.
PKK’nın kalaşnikofları ile burun buruna yaşadılar.
Bu insanların devlet desteğini bu kadar çok istemesinin sebebi tamamen budur. Devlet nerede derken karınlarındaki gurultu ve içlerindeki öldürülme korkusu dile geliyordu.
Sığ düşündük, kahramanlık tasladık, kabul edelim…
Kürt halkı yalnız mıdır derseniz, inanın ki şu anda memleketteki en şaşkın insanlar onlar. Bu iktidar sağolsun, başımıza vura vura hepimize bir yafta yapıştırdı. Laz, Kürt, Gürcü, Çerkes, Göçmen, Sünni, Alevi, Süryani, Arap, Ermeni hatta gevur, ecnebi, ulusalcı, darbeci, dinci, faşist, komünist, laikçi…
Ve üzerinize basa basa edindirilen kimliğin bir yanında DTP, bir yanında PKK, alternatif?
YOK…
Kürt’üm ama Atatürkçüyüm dese kimse ilgilenmiyor. Malum, bu memlekette Atatürkçü olmak daha büyük suç, en azından kimse sizi dinlemiyor. Hatta eminim ki bazılarınıza şu an bu seçenek çok yabancı geliyor.
Kürt ama aynı zamanda dinciyseniz zaten kimliğinizi mezhep üzerinden yapıştırıyor, iktidar gücü sayesinde ne derdiniz ne tasanız kalıyor.
AKP öyle bir tartışma ortamı yarattı ki, sanki bu ülkede Kürt olup PKK veya DTP’yi desteklemeyen insan yok.
Desteklemiyorum diyenler bugün televizyonlarda bas bas bağırıyorlar. Diyorlar ki “Okulumun yolu kapalı, açılmıyor.” Diyorlar ki “Ayakkabım yok, param yok, okulum tek göz, öğretmenim yok.” Diyorlar ki “İşim yok, güvencem yok” Diyorlar ki “Benim ayrı bir ülke gibi bir derdim yok” Diyorlar ki “Hepimiz kardeşiz ama beni yaftalamayın”
Yaftalamayın…
Hani o çok beğendiğiniz, evlere bedava servis edilen Fethullah’ın su geçirmeyen masa üstü gazetesinin reklamında millete verip talkımı kendi yutuyordu ya salkımı. İşte o hesap. YAFTALAMAYIN.
İnsanları dinlemeden anlayamazsınız. Kimliğini sormadan önce fikrini sormaktan KORKMAYIN. Karınlarımızın gurultusu da, bebeklerimizin ağlaması da, kardeşlerimizin ölüsü de aynı… İş, gerisinde de eşit olabilmekte.

Bize Güven Olmaz!

Delikanlı adam sözünün eridir derler, sözü ile icraatı arasında fark olmaz. Yan çizmek, “miş gibi” yapmak bize yakışmaz… Diye bilirdik, aslında öyle değilmiş. Yani balık baştan kokarmış.
Son örneği de diğerleri gibi yenilir yutulur cinsten değil. Tayip Erdoğan Mayıs ayında Azerbaycan Parlamentosunda diyor ki:
''Gerek Azerbaycan basınında gerekse Türkiye basınında bu haberler (sınırın açılacağı) iki ülke halkları arasında birçok sıkıntılara ne yazık ki neden oldu. Bu arada gidip gelen bazı parlamenterlerin yaptığı açıklamalar adeta buna tuz biber oldu. Türkiye'nin kardeş ülke Azerbaycan'ın çıkarlarını nasıl bugüne kadar savunduysa bundan sonra da savunacağı konusunda kimsenin en ufak bir tereddütü şüphesi olamaz, olmamalıdır. Aramızda bir sorun olmadığını defaatle açıklamamıza rağmen bu tür girişimlerde bulunulması da bizleri ciddi manada üzmüştür. Tabii bundan sonraki süreçte de biz bunun bu şekilde devamını istiyoruz. Türkiye ve Azerbaycan arasında ayrıcalıklı ve dostane ilişkiyi zedelemeye matuf bu tür olumsuz kampanyalar karşısında bir kez daha iki ülke ilişkisinin çok güçlü ve kardeşlik kültürüne dayalı olduğunu özellikle vurgulamak isterim. Türkiye-Ermenistan kapısı ne zaman kapanmıştır? Ne zaman ki Yukarı Karabağ tamamıyla Ermenistan’ın işgali altına girmiştir, ondan sonra kapılar kapanmıştır. Dolayısıyla bu ortadan kalktığında o zaman kapılar açılır veyahut biz Azeri kardeşlerimizle bu noktada mutabık kalmadığımız sürece bir adım atamayız. Bunlar birbirleriyle bağlantılıdır, ayrı ayrı düşünülemez” Bu sözleri duyan Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ne desin… “'Başbakan bu ifadeleri kullandıktan sonra ne diyebilirim” dedi tabiî ki. Peki, biz ne dedik? Bu iktidar Ermenistan sınırını açacak.
Yukarı Karabağ, son yıllarda insanlığın gördüğü en büyük katliamlardan birine sahne olmuştur. Orada öldürülenleri ister kendi kanınızdan sayın ister saymayın. Benim için insanlık suçu işlenmiş olması yeter.
Peki biz ne yapıyoruz? Beceriksizliğimiz yüzünden dış politikada elimizi zayıflatan sözde soykırım iddialarında belki yumuşama olur diye Ermenistan sınırını açıyoruz. Karabağ’ı işgal ettiği için kapattığımız Ermenistan sınırını… Bu işin sonu ne mi olur? Abdullah Gül, Türkiye Ermenistan milli maçına açılan sınırdan geçer, sıkışan Ermenistan ekonomisi rahatlar, devlet Ermenistan’a yatırımı el altından destekleri buna karşılık olarak tarihçilerimiz Ermenistan ile 1 yıl kadar soykırım var mı yok mu tartışma şerefine nail olur.
Tartışma mı kör dövüşü mü olur bilinmez ama iki ülkede seçim ortamına girilmesine yakın zamanlarda yine başlar kayıkçı kavgası.
Sınırlar açıldığıyla, Azerbaycan satıldığıyla, birileri de cukkayı götürdüğüyle kalır. ABD Senatosundan 2 yıl daha soykırım yasası geçmez, ilişkiler gerilmez, AKP kendisine soykırım yasa tasarısını engelleyemedi dedirtmez, içeride oy, dışarıda destek kaybetmez.
Gerisi laf-ı güzaf…
Birde Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nu Samuel Huntington ile karşılaştırmasak ne güzel olur. Ermenistan konusunda yaptıklarını Kıbrıs’a da öğütleyenden Huntington çıkar mı?

Hangisinden Alsak, Neremizle Versek?

Hükümet bir gün vatandaşla dalga geçmeyi bırakır mı bilinmez. Eğer dalga geçmiyorlarsa durum daha vahim.
Ekonomiyi canlandırmak için yeni kampanyamızda çiçek alıyoruz, sakız alıyoruz, simit v.s. alıyoruz.
Ufak bir hesap yapalım.
Hükümet maaşlara yüzde 2 zam yapmayı vaadediyor. Bu %2 yaklaşık 20 TL civarı bir mebla.
Geçinemeyen bir aileye verdiğin zamla simit almaya çalışsan günde bir simit, 3 günde bir gül, günde 3 öğün sakız alırsın.
Gören de zannedecek ki milletin parası bol da saklıyor yastık altında. Evet yastık altında diyorum çünkü vatandaşın banka borçları %60 arttı.
E haliyle de ekonomiyi kurtarmak falım sakızdan çıkacak fallara kaldı...
Bundan daha elle tutulur biz çözüm yok mu derseniz, yatırım yapacak kişilerin yatırımlarını banka kredileri ile yapması.
Mesela 20 bin TL'lik yatırım yapacaksanız bunu düşük faizle banka kredisi alarak yapınız ki herkesin yüzü gülsün.
Yani diyor ki senin 20 bin TL paran varsa fazlası da vardır, saklama onları, faize ver...
Bizim ekonomi iyi yolda....