
Açılımın PKK'lıları

KISIRLIK (Sosyal Demokratlara!)

Mesela dünyadaki tekellerin daha fazla para kazanabilmeleri ve üreticilerin kendi tohumlarını üretemeyerek tekellerin eline bakmalarını zorunlu kılan tohumlar, toprağın verimini düşürmekle kalmıyor, üreyemediği için genel tabiriyle kısır tohum olarak adlandırılıyor.
Kapitalizmi anlatmak için kısır tohumlardan güzel örnek mi var? Küreselleşme, güce ve sermayeye sahip olanlar, ellerini dünyanın her yerine rahatça atabilsin diye tasarlandı ve küreselleşmenin yumuşacık ellerinde büyüyen kapitalizmin en büyük destekçisi de üretkenliğin içerisindeki “Kısırlık”.
Fakat bizim kısırlık terimini en çok kullandığımız alan, insanlardaki kısırlık problemi. En basit ifadesi ile bin bir türlü faktörden dolayı üreme için yeterli olunamaması durumuna kısırlık deniyor.
Kısırlık, insanların var oluşundan beri yaşandı elbet ama ne yazık ki artık kısırlık için eskisinden daha fazla dış faktör sayabiliyoruz. Sebebini tıbbın eskiye nazaran daha fazla teşhis yapabilmesine de bağlayabilirsiniz lakin bu durum kısırlık yaratan çevresel faktörlerin giderek arttığı gerçeğini değiştirmiyor.
Ne yazık ki bilimin “Buluş” dediği yenilikler bazen bize pek yaramıyor.
Deva, şifa, bereket diye üretilen birçok ilaç, tohum ve benzeri dâhice buluşlar gelecekte bizleri o an için tahmin edilemeyen sorunlarla yüz yüze bırakıyor.
Tıpkı Cumhuriyet tarihimizdeki en büyük düşünce kısırlığını çekiyor olmamız gibi…
Bir kesim çok yakınır, 80 sonrası gençlik apolitik, ilgisiz, kayıp diye. Haklılar.
80 darbesi de acıları dindirmemiş miydi, memlekete bolluk, bereket getirmemiş miydi? Getirmez mi… Fakat bugün bakıyoruz ki o dertlere deva, halka şifa diye sunulan darbe ve devamındaki bolluk aslında kısırlık getiriyormuş.
İslamcı kesim yıllardır aynı hedef ve eylemler dahilinde içine kapanık olarak hareket ettiği için kökte çok büyük sallantılar yaşamadı. Bu dönemi beklediklerinden daha büyük karla atlattılar, yalan yok, devlet desteği de gördüler. Düşünce kısırlığı yaşanan meydanların en başarılı pehlivanıdırlar. Gelen düzen kendi düzenleri olduğu için Liberaller aldı başını yürüdü, birbirlerinin üzerine basmadan yükselemeyeceklerini bildikleri için kültürel birikimi ve halkın ufkunu açmak peşinde koşan değil, iş peşinde koşan kazandı.
Peki ya sol? Düşünce kısırlığı yaşanan meydanların yenilmeye doymayan pehlivanı, Derin suların cesur yürekli denizcileri…
Artık sosyalizm de kalmadı ya, sosyal demokrasiyi yürütebilecek ortamı sağlayabilmek için yegane gereksinim olan ulusal değerleri koruyabilmek adına Türkiye’deki sol, hayatını ulusalcılık adı altında idame ettiriyor. Kimse inkar edemez ki sosyal demokrasi sadece düşünsel olarak değil söylemlerinde de görülmemiş bir kısırlık içerisinde.
Peki, kısırlık nasıl atlatılır?
Kısırlığın aksiyle: Üretkenlikle.
Yani toprağa henüz kısırlaştırılmamış tohumlar ekmekle. O gencecik fidanları büyütmek adına, don, fırtına, kar, sel, artık her ne kadar felaket varsa hepsinden korumaya çalışarak atlatılabilir. 68’li olmakla, 78’li olmakla, kendilerini tehlikeye atmakla övünenlerin çoğu, serbest atış yapabildikleri koltuklarında otururken, bugün tehlikedeki gençleri korumak için kıllarını kıpırdatmamaktadırlar.
80 sonrası gençlikten yakınanlara bakın, çoğu sosyal demokrat. Bugün ülkede en büyük kaygıları taşıyanlar, yine sosyal demokratlar.
Neden?
Ben teşhisi koyayım: Tecrübelerle övünmekten vazgeçiniz, övünülecek bir şey varsa tecrübelerinizin başkalarına olumlu şekilde aktarılarak işe yarayıp yaramadığıdır. Herkesin hataları olabilir, önemli olan büyüyen fidanı afetlerden kurtarabilmek, onlara su verebilmek, fikir ve tecrübelerle besleyerek kısırlığı giderebilmelerini sağlamaktır. Söyler misiniz gazete köşelerinde, mecliste, yüksek karar mekanizmalarında kaç genç sayabilirsiniz?
Kısır tohumlardan elde edilen mahsulden tohum alınamayan bir tarla ne kadar verimli olursa olsun boş kalmaya mahkumdur. Onun için nadide bulunan bu gençleri kısırlaştırırsanız siz de aç kalırsınız.
Canımın içi Prof. Dr. Türkel Minibaş’ın dediği gibi: “Bizler başaramadık, size güzel bir ülke bırakamadık, sizin işiniz çok zor, artık tüm yük sizde”
Peki ya ipler kimin elinde?
Yok Hasan Yok...
Yok Hasan Yok, sevmedi bizi bu zebaniler. Yalan söylememek lazım, biz de çok uğraştırmadık kendimizi sevdirmeye...
Bizim dallarımızı çıtalar tutturan olmadı hiç. Onun için ki büyürken çok acı çektik. Ağızımızdan bir kelam çıkmadı, ne idüğü bilinmez bahçivanlar budarken dallarımızı. Bahçivan sandılar eline her testere alanı. Halbuki katillik meslek haline getiren de onlardı ve bizler de bir canlıydık. Bunlların içgüdüleri bizi fena yaraladı be Hasan...
Halbuki biz kimseden istemedik empati yapmasını. Talepkar olmadık kimseden, gerekirse kendimiz de keserdik bindiğimiz dallarımızı. Fakat ne acıdır ki buralarda yüzyıllardır yaşayanlar bizlerdik ve koparacağımız dallardan düşmesinler istedik. Ne suçu vardı mutluluklarımızın da hoyrat keçiler gibi kopardılar yapraklarımızı.
Yok Hasan Yook, sevmedi bizi bu akıllı sürüsü.
Halbuki biz kendi kendimize de konuşabilirdik, kendi kendimize yetmek için onlardan yardım istemediğimizde daha da seviyorlardı bizi. Bunun için deli olmak gerekirdi ve onlar ilk kez gereğini yerine getirdi...
Yolları yollara, kokusunu havaya, tadını yağmura anlattık, onlar anlamadılar sanırım ama biz anladık... Düşmansız bir hayat düşlüyorduk, dalga geçen bakışları nefretle kardeşlik kurduğunda biz barıştan bahsediyorduk şizofren hayallerimize. Ne güzl geçti zaman, onlar gibi olmadığımız için yaftalanmak ne hoş.
Sırf kendimizi saysak milyonlarca kişi ediyorduk.
Sağ baştan Hasan başlıyordu. Sonra ben, sonra yine Hasan. Herkes ben, herkes Hasan...
Ve biz birbirimizin sözünü hiç bölmedik. En iyi sen bilirsin, hiç sevmedim sözümün bölünmesini. Çünkü lafımı dizerdim tren gibi, beklerdim insanların seyretmesini.
Ve hiç beklemedim beni anlatmak istediğim gibi anlamalarını.
Hiç tanımadım milyarlarca dostumu fakat en iyi bildiğim insanlar oldu hep yüzbinlerce düşmanım. Fakat tekrar ediyorum Hasan, bu düşünceler, bu sorumluluk bazen bir karabasan...
Beni anlasan anlasan bir sen anlarsın Hasan...
Toprağın suyunu eşit emmek gibi bir his benim için yaşamak. Toprak gitse ben yok olurum, ben yok olsam toprak kovulur evinden.
Tel örgüler köklerimizin altına inebilir mi Hasan? Sandılar ki bizim kanımız hiç akmadı, sandılar ki hüznün şerbeti çok tatlıydı ama onların sınırları...
Hasan farkettin mi, çevremizdeki çizgiler bize ait değil, onların sınırları.
Korkuyorum Hasan, sen de kork...
Yok Hasan Yok... Bu zebaniler sevmedi bizi...
Tarihi Gün Tarihi Kriz

İlham Aliyev’den aktarıyorum: “Türkiye üst düzey yönetimi Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Meclis Başkanı bize defalarca Ermenistan ile sınır konusunda güvence verdi. Karabağ meselesi çözüme kavuşmadan sınırın kapalı kalacağı teminatı verildi.” “Azerbaycan ile Ermenistan arasında devam eden Karabağ sorununa barışçıl çözüm bulunması görüşmelerine de katkıda bulunacağı görüşüne kesinlikle katılmıyorum." “Ermenistan, Türkiye ile yürütülen uzlaşı görüşmelerini büyük kazanım sayarak Kişinev’de bize karşı daha uzlaşmaz tavır takınmaya başlamıştır. Bu uzlaşmaz tavırla ilgili verebileceğimiz örnekler de vardır.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)