Türkel Minibaş'ı Tanımak...
Türkel Hoca’yı tanımak
Denizli’den Memeti dedi ki “Onu yakından tanımayanlar için üzücü bir ölüm ama biz…”
Köyceğiz’de kamptaydık, her sabah bir başka güzel doğuyordu. Ama en güzel sabahı hiç unutmadım. Kimsecikler yoktu ortada, henüz çıkmamıştı kimse dışarıya, yemek gecikmişti ve biz görevli olduğumuz için biraz daha erken kalkmıştık. Göle bakayım dedim her zamanki gibi durgundu, kumlar henüz ısınmamıştı ama o sabah güneş ilk ışıklarıyla en güzel maviyi aydınlatıyordu.
Ben o gülümseyişi hiç unutmadım.
O da biz de henüz bilmiyorduk bugünlere geleceğini. O kadar mutlu ve umut doluyduk ki kim söylese hadi oradan der, geçer giderdik. O zamanlar Barış Akarsu’yu kaybetmiştik, kamp boyunca hepimizin yüzünü sarat iki burukluktan biriydi. Birde Türkel Hoca bazen yutkunmakta zorlanıyordu.
Biz de o da o gülerde bu zorlanmayı Türkiye’nin zor günlerine hazırlık olarak görüyorduk.
Bazılarımız ilk kez tanıyordu onu, biz ise gittikçe farklı Türkel Minibaş tanıyorduk ve bu halini çok daha fazla sevmiştik. O anda 5 kişiydik ve duyduğumuz söz onun ne kadar haklı olduğunu bir kez daha kanıtlıyordu. “Hazır olun çocuklar, biz size çok iyi şeyler bırakamayacağız”
Bir akşam vakti, hayatımda bıraktığı en büyük iz, bu gece Ağlayan Çayır’ı seyredelim çocuklar dedi. Ama herkes not tutsun.
Film saatler sürdü. Bittiğinde ise saymıştım, 5 kişi kalmıştık dikkatlice seyredebilen ve o söylediği için ben ilk notumu tutmuştum, beğendiğim için 3 sayfa daha yazmıştım. O notlar hala yanımda.
Dün okudum. 4 gündür yaşadığım kabus gibi hayata ağlamadım ama sana ağladım.
“Vedaların değil ama ölümün acısını hiçbir kaçış dindirmiyor”
Kara, kapkara trenler geçerdi filmde, içinde faşist askerlerle, her geçişlerinde birileri kaybolurdu, aşların, dostlukların, en güzel hikayelerin arasından geçerlerdi ve her giden ya da götürülen beyaz, o tertemiz çarşafların arasından bakardı sevdiklerine.
Hiçbir hazırlık bizi bu vedaya hazırlayamazdı. Cuma gününün sabah saatlerinde birden üzerimizde siyah giysiler belirdi…
Mavi, masmavi iki göz, sapsarı saçlarını toplamış, o güzel tırnaklarında kırmızılar ve boynunda şıkır şıkır kolyeleri, parmaklarında ihtişamlı yüzükleriyle, bembeyaz çarşafların ardından bize baktı.
Huysuz ve tatlı kadın şarkısı daha güzel kime yakışırdı bilemiyorum ama biz ona yakıştırmıştık.
Her anının ayrı bir güzelliği vardı ve biz o güzelliklerden birini seçmiş, özel konuklarımıza verdiğimiz kapağımızın üstüne yapıştırmış, bizdeki “Türkel Hoca”yı yazmıştık yanına. Atmıştık imzalarımızı ona duyduğumuz derin saygı ve sevgimizin üzerine.
Daha da geriye gittim. Toplantıdan çıkışını beklediğim o ana döndüm. “Malatya’ya gidelim Çağlar, İktisat kongresi var” demişti. Bir insanın nutku anca böyle tutulabilirdi. Salak salak gülümsemişimdir muhtemelen, ama “tamam” demekten başka bir şey yapamadığımı hatırlıyorum.
Sonra mı? Hocam benim not ortalamam yetmiyor deyip durumumu anlattığımda bana bakışını hatırlıyorum. Onu kızdırmak, 200 kilometre hızla duvara çarpmak gibiydi. Ben o çarptığım duvarda engin bir huzur duymuştum. Her şeyin düzeleceğine verdiğim sözü tutamadım…
“Benimle yaşamak zordur ama bir o kadar da eğlencelidir” demişti.
Sensiz yaşamak zor olacak…
Çünkü biz “Türkel Hoca” dediğimizde duran suları, kana kana içer gibi dinlediğimiz konuşmalarını, yazılarını beklediğimiz Pazartesi günlerini, duyacaklarımdan korkumdan dolayı her 10 girişimimden sadece birinde arayışımı, tutamadığım sözümü, Ağlayan Çayır’ı, Köyceğiz’de ettiğimiz dansı, tekne turunda “burada kitap mı okunur Çağlar” deyişini, en güzel mavileri ve en güzel şarabı ve bütün anılarımızı, söylediklerini, en güzel mavi bakışları dosyalayıp kaldıracağım hatıralar kütüphanesinde tozlanmaya bırakmayacağım…
Bizi aydınlattığın ışıkların içinde kal, gittiğin Cennet’in en güzel köşesinde bize bak o en güzel mavilerle…
Türkel Minibaş'ı kaybettik...
Onlarca sayır yazdım, hatıraları toz tutmamış raflarımdan çıkarttım, bu acıyı defalarca paylaştım ama bu sefer paylaştıkça küçülmüyor.
Hiçbir hazırlık bu gidişine bizi hazırlayamazdı.
En güzel maviler kapansa bile, bak işte yine gülüyoruz geleceğe...
Bizleri aydınlattığın ışıkların içinde kal...
Avrasyacılık Nedir?
Avrasyacılık Nedir?
Avrasyacılık Düşüncesi Nasıl Oluşmuştur?
Raporun konusu olan Avrasyacılık düşüncesi ilk olarak Nursultan Nazarbayev'in Kazakistan için 10 yıllık planını halkı ile paylaştığı 3 Haziran 1994'te bölge gündemine oturmuştur. Kökenine indiğimizde ise aslında daha uzun yılara ve farklı yapılanma çabalarına dayandığını görüyoruz.
Avrasyacılık düşüncesine, başlangıcındaki ve gelişme sürecindeki eylemleri veya varılmak istenen sonuçları temel alarak baktığımızda, karşımıza çok karışık bir denklem çıkıyor. Öncelikle ülke halklarında Avrasya'nın değerine bakmak gerekiyor. Örnek olarak Rusya Avrasyacılığa başta bölge ülkelerini kontrol altında tutma çabası ve Süper Güç ortaklığı olarak iki farklı ama yakın açıdan bakarken, Kazakistan bu projeye kurtarıcı ve mutlak şart olarak bakıyor. İçinde olmasa da Çin bu birliği ABD etkilerini azaltmasından dolayı olumlu şekilde izlerken, Azerbaycan Avrasya içinde yer almaya sıcak bakmasa da ipleri de koparmamaktan yana.
Avrasyacılık düşüncesi nedir?
Avrasya Birliği, Nursultan Nazarbayev'in bölge ülkelerini dayanışma içinde tutmak suretiyle, küçük parçacıklar haline gelip büyük ülkelere yem olmasını engellemek ve daha sosyalist bir bakışla yeni bir güç doğurmak için yola çıktığı bir projedir Avrasyacılık. Ülkeleri ne tek bayrak altında toplamak gibi bir hedefi vardır, ne de ortak bir ekonomi veya yönetim oluşturmak istemektedir. Bu açıdan şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki Avrasyacılık düşüncesinin tam anlamıyla bir birleşme hedefi yoktur.
Sovyetlerin dağılmasından sonra emperyalist ABD politikalarının gözünü bölgeye dikmesinin yarattığı tedirginliği Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ile gidermeye çalışan ülkelerden bazıları, bu anlaşmalı ayrılık hamlesinin miladını tamamlamasından sonra yeni bir arayış içine girme gereksinimi duydular. Çünkü BDT içinde artık Rusya merkezlilikten kurtulmak isteyen ülkeler baş göstermeye başladı.BDT'nin işlevini iyice yitirmesinin ve kopmaların gerçekleşmesinin ardından, eski Sovyet ülkelerinde bir boşluk oluştu.
Bu boşluğun oluşmasını iyi değerlendiren ABD ise, geçmiş yıllarda yaşadığımız Turuncu devrimlerle son bulması öngörülen sızma eylemlerine girişerek, eski Sovyet sahasında söz sahibi olmaya başladı. ABD'nin bu bölgeye neden girmek istediğini de söylemek gerekiyor. Türkmenistan ve Kazakistan dünyanın en büyük doğalgaz ve petrol üreticilerinden ikisi. Ayrıca Azerbaycan ve Özbekistan'da da azımsanmayacak kadar büyük yataklar var. Bir başka sebebi de bu bölge ABD'nin halihazırda girememiş olduğu, kendisi için el değmemiş bir pazar olması.
Azerbaycan gibi Sovyet Rusya'nın tüm kötülüklerini yaşamış bir ülke ile arası iyi olan, yani Avrasya'ya açılan tek anahtarı elinde tutan ABD için bu pazar, girilmesi en kolay gibi gözüken ve bununla beraber büyümeye elverişli bir pazardır. İki rakibi Rusya ve Çin'in yanı başında bulunması da ABD için bulunmaz bir nimettir.
Bu açıdan baktığımızda, Rusya'nın Avrasya havzasını kaybetmesinin kendi açısından yaratacağı götürülerinin boyutunu gözler önüne seriyor. Eğer Rusya bugün bir enerji devi olma arzusundaysa ve AB'yi enerji kozu ile kontrol altında alma hedefindeyse, petrolün kaynağını ve geçiş güzergahlarını da elinde tutmak zorundadır. Özellikle NABUCCO projesini ya etkisiz kılmalı ya da Batıya açılan kendi enerji yollarını çok daha zalim ve etkin kullanmalı.
Gelelim bölgenin küçük ülkelerinin Avrasyacılığa bakışına.
Sovyetlerin dağılması, Rusya dışındaki ülkelerin de tepeden inme de olsa, demokrasi, özgürlük ve egemenlik ısrarlarına sebep oldu. Rusya'ya olan kırgınlıkları dolayısıyla BDT'ye bakışları da pek güven arz etmiyordu. Bölge olarak bakarsak, Orta Asya ülkeleri ve Ukrayna, Rusya’nın yanında yer alırken, diğer ülkeler kendi egemenliklerinin peşindeydi. Bunun sonucu olarak batıya yakınlaştıklarını görüyoruz.
Bu şartlar altında bölge, Batı ve Rusya arasında kalan ülkeler üzerindeki hesaplaşmalar sonucu yeni bir soğuk savaşa sürüklenebilirdi. Bu da otoriter devlet başkanları için ülkelerinde istikrarsızlık demekti. Bunun engellenmesi için, bölgesel bir güç olmaktan çok, birliktelik sonucu istikrarı koruma amacında olan Nazarbayev 1994 yılında Avrasyacılık fikrini ortaya attı.
Bu noktada Nazarbayev'in buna neden gereksinim duyduğu hakkında aklımıza 4 sebep gelebilir.
A) Sovyetlerin dağılması sonrası ABD'nin kendi ülkesine göz dikme ihtimali ve Rusya'ya yakınlaşarak (ki en son bağımsızlığını ilan eden ülke Kazakistan'dır) otoritesini koruma isteği.
B) Gelişmekte olan bir ülke olan Kazakistan'ın bölgede aktif rol oynaması.
C) Eski Sovyetlerin tekrardan bir araya gelebileceği rüyası.
D) Bölge ülkelerinin birlik kurarak daha hızlı bir gelişme sağlaması ve bağımsızlıklarını daha hızlı ve güçlü şekilde korumaları, hızlı kalkınmayı sağlayabilmek.
Bunların arasında birliği en iyi tanımlayan görüş 4. görüştür. Otoritesini korumak gibi salt bir amacının olmadığının kanıtı, Avrasya Birliği'nin yönetiminin her ülkeye eşit olarak dağıtılacağı öngörüsüdür. Keza gelişen bir ülke olan Kazakistan'ın sırf kendini düşünerek bu yola çıkmadığı da aşikardır.
Yine de bu görüşün ilk yıllarında en çok karşılaştığı eleştiri Sovyet'lere dönüş olması olasılığıydı. Hatta projeye ilk destek Rusya Komünist Partisi'nden gelmiştir. Bu yanlış öngörü belli bir dönem boyunca devam etse de, Nazarbayev ilk gün dediği gibi bu projenin geleceği bir birleşme değil, birliktir.
Bu hatalı görüşten dolayı, projenin en önemli ülkelerinden biri olan Rusya, projeye ancak Putin döneminde olumlu bakmaya başlamıştır. Sonuç olarak Avrasyacılık projesi, geçmişteki hatalardan ders çıkarılarak, ince dokunmuş, küçük – büyük tüm ülkelerin eşit temsil edildiği, hızlı, güçlü bir kalkınma ve gelişme projesidir. Bundan başka, ülkelerin ortak noktalarını bularak gerek kültürel gerek tarihsel birleşmesini değil kaynaşmasını hedefler.
Daha 1992 yılında Paul Wolfhowitz, gelişmesi muhtemel bir Avrasya fikrinin ABD politikalarına yaratabileceği tehlikeyi görmüş ve "ABD'nin en önemli stratejik problemlerinden birinin eski Sovyet topraklarında ABD'den bağımsız politikalar üretme kabiliyetine sahip büyük ve bağımsız bir oluşuma izin verilmesi" olacağını söylemiştir.
Şimdi bu projenin doğru ve yanlış yönlerini inceleyecek, Türkiye'nin bu projedeki geleceğini ve projenin kendi geleceğini inceleyeceğiz.
Bölüm 2: Projenin Geleceği
Nazarbayev'in projesinin geleceğini;
1) Fikirsel ve ideolojik gelişimi açısından;
2) Askeri bir alternatif olabilirliği açısından;
3) Ekonomik gelişimi ve model olması açısından;
4) Anti – emperyalist görüşü açısından inceleyeceğiz.
Tabi bundan önce birkaç bilgi daha vermek gerekli olacaktır. Yazının başında da yazdığım gibi proje ilk 10 yılını tamamlamıştır. İlk 10 yıl hedeflerine daha kısa bir sürede varan Nazarbayev, bundan sonraki 10 yılı da projenin gerçekleşmesi için harcanacak somut adımlara ayırmıştır. Bu adımların arasında ortak savunma ve Gümrük Birliği'nin tamamlanması vardır. İkinci 10 yıl için öngörülen Gümrük Birliğine ilk adımlar daha ilk 10 yıl içinde atılmıştır.
Ayrıca ilk 10 yıl projenin kabullenilmesine ayrılmışken, proje kolayca kabullenilmiş hatta Rusya'da bir parti kurulmuş, Avrasya Üniversitesi açılmıştır.
Bu örneklerle de görülebileceği üzere proje takvimin önünde gitmektedir.
1) Fikirsel ve ideolojik gelişimi açısından Avrasyacılığın geleceği:
Fikirsel gelişimi daha iyi görebilmek için öncelikle başlangıç ile bugün arasındaki değişimlerin görülmesi gerekmektedir. Bugün Avrasyacılık fikri bir ideoloji haline dönüşmüştür ayrıca bölge halkı kültür ve hayat bakışlarını değiştirmeye başlamış, ortak noktalarını bulma konusunda daha istekli olmuşlardır. Ülkeler arasındaki ihtilaflar son bulmaktadır. Sovyetlerin dağılmasından sonra belirlenen sınırlardaki problemler artık çözülmüştür.
Avrasyacılığın ideolojik temelleri oturmaya başlamıştır. Bugün Avrasya Birliği, Sosyalist ve Anti-emperyalisttir. Eşit temsil ilkesini savunmaktadır. Kapalı bir ekonomi olmasa da üretime dayalı bir ekonomiyi savunmaktadır. Son zamanların moda gelişim politikası olan Asya tipi kalkınma peşindedir.
Sömürgeci değildir. Zaten sömürmesi de gerekmemektedir çünkü kendisi için yeterince kaynağı bulunmaktadır.
Bunlar iyi yönleri. Peki eleştirilecek yönleri yok mudur? Tabi ki vardır.
Orta Asya ülkelerinin en önemli özelliği, devlet otoritesinin baskın oluşudur ki bu bütün sosyalist ülkelerde görülmektedir. Bu ülkelerin bir başka noktası da Devlet Başkanı Devleti konumunda bulunmalarıdır. Örnek olarak Nazarbayev kendisini ömür boyu seçilebilme hakkına sahip kılmıştır.
Muhalefete destek vermez bir görüntüsü olsa da ABD'nin bu ülkeleri durmadan karıştırmak istemesinden dolayı bu hakkı bazen kendinde meşru görmektedir. Aslında Nazarbayev, dış destekli olmayan her türlü muhalefete izin vermektedir. Dış ülkelerden destek aldığını belirlediği damadını Avusturya elçiliğinden almış ve mahkum etmek istemiştir.
Putin'e kadar en büyük desteğini Komünist partilerden almış olması ister istemez bazı noktalarda aşırılığa yönlendirmiştir. Fakat bugün hiçbir noktada aşırılık kalmamış, hatta ara güç konumunda olan Japonya ve Batı Avrupa'yı bile siyasi olarak kullanabilme gücüne erişmiştir.
Kapalı bir sistem olduğu söylenmektedir ki bu tespit doğrudur. Sağlam adımlarla gitme hedefinde olan Nazarbayev, projenin uygulama alanını kısıtlı tutmuştur ve şu anda hala yola çıktığı ülkeleri projenin birincil uygulayıcısı konumunda tutmaktadır.
Ne olursa olsun bugün birliğin en önemli özelliği ABD'ye, Kapitalizme ve Emperyalizme karşıtlığıdır.
2) Askeri bir alternatif olabilirliği açısından Avrasyacılığın geleceği:
Bölgede bulunan iki büyük ülke Rusya ve Çin, süper güç olma iddiasında olan ve ABD'ye alternatif olarak gösterilebilecek yegane devletlerdir. Ayrıca Avrasyacılığın etki alanındaki coğrafyada, ABD'den sonra en büyük askeri harcamaya sahip olan 6 devleti bulundurmaktadır. Keza nükleer güce sahip olan devletler de bu havzadadır.
Bu da göstermektedir ki Avrasya havzası bugün ABD'ye alternatif olarak gösterilebilecek tek bölgedir. Rusya ve Çin'i askeri olarak yakınlaştırabilecek tek bu proje de budur. Çünkü Avrasya, ortak güvenlik konusunda büyük ilerleme sağlamayı başarmış bir projedir. Hem Avrupa hem Amerika ile bağlantılarının bulunmasından dolayı da jeopolitik önemi büyüktür. Ayrıca Rus üslerinden başka Baykonur uzayüssü gibi çok önemli bir üsse sahiptir.
Son yıllarda Çin'in ABD uydularını düşürebilecek teknolojiye sahip olduğunu da düşünürsek, Avrasya Birliği askeri olarak ABD'nin en büyük alternatifidir.
Bu birliğin gerçekleşmesi halinde dünya, kara kuvvetleri en güçlü ordu ile karşılaşılmış olacaktır. Eğer birliğe Türkiye'de katılırsa oluşacak askeri güç, NATO’dan bile üstün özelliklere sahip olacaktır.
Bu büyük askeri gücün de hatalı yönleri mevcuttur. Silahlanmanın inanılmaz derecede arttığı son yıllarda, Sovyetlerin yıkılmasının ardından buharlaşıveren silahların nerelerden çıktığı ve Rusya'nın birkaç dönem öncesine kadar içindeki özerk bölgelere neler yaptığı unutulmamalıdır.
Tabi bu büyüyecek askeri güç çekişmesinin nükleer silahlanmayı da artıracağı öngörülebilir.
Yine de tek süper güç olan ve dünyayı kendi oyun alanına çevirmeye çalışan ABD'ye karşı yeni ve eşitlikçi bir gücün hatta kendi yarattığı sisteme tamamen zıt, yeni bir örneğin çıkacak olması, dünya için ciddi bir alternatif yaratacaktır. Ummak gerekir ki bu yeni birlik askeri gücünü dikkatli ve doğru şekilde kullanabilsin.
3) Ekonomik gelişimi ve model olması açısından:
Az önce de belirttiğim üzere Avrasya fikri Asya Kalkınma Modeli'ni uygulamaktadır. Bu model öncelikle kendi halkının gereksinimini karşılamakla beraber bu gereksinimin ne kadar olduğunu da kendi belirlemektedir. Bu demek oluyor ki otoriter bir kalkınma modeli de olabilir. Ülke halkının daha çok üretime ortak olması ve daha fazla üretmesi sonucunu doğuran bu model, sosyalist modelden esinlenerek ortaya çıkmıştır.
Herhangi bir ülkeyi, bölgeyi veya herhangi bir siyasal sistemin getirilerini sömürme peşinde değildir çünkü kendi kaynakları, birlik ülkelerinin hızlı kalkınması için fazlasıyla yeterlidir.
Bunun yanında kalkınmanın en önemli noktası, her ne kadar bugün için çok büyük önem arz etse de, petrol ve doğalgaz gibi uzun vadede getirisi sınırlı iki kaynaktan oluşmaktadır. Bu sayede belirli bir zaman boyunca ABD ve özellikle AB'nin projelerini kurduğu enerji alanındaki hakimiyet ele geçirilecektir. Alternatif enerji kaynaklarına yönelecek dünya için Türkiye’nin taşıdığı önem de göz önüne alındığında, ülkemizin bu birlik içindeki veya birliğe yönelik durduğu konum çok önemli olacaktır.
Planlı bir şekilde geliştirilen ekonomik kalkınmanın üretim ayağında en önemli gereksinim makine konusunda olmaktadır. Bunu da Rusya dışındaki ülkelerin ithalatlarına baktığımızda anlıyoruz. Makine eksiğinin giderilmesi için özellikle birlik içindeki Rusya’ya büyük görev düşmekte, bu durum ise iyi ilişkiler kurulması planlanan Çin’e önemli bir fırsat yaratmaktadır.
Avrasya'nın ekonomik temelinin ne olması gerektiğini Erol Manisalı "Öncelikle Emperyalizmin ve Kapitalizmin damarlarının nasıl kesileceği hesaplanarak oluşturulmalıdır" diyerek ortaya koyuyor.
Zaten en başından da belirttiğimiz üzere, yapılan bütün eylemlerintemellerinde Anti – Emperyalizm vardır. Ekonomik programın tek ve en büyük eleştirisi, dünya pazarında daha çok yer alabilmek için, ülke halklarının ucuz işgücü özelliğinin fazla zorlanması ve sosyal devlet uygulamasının pekiyi biçimde gerçekleştirilememesidir.
4) Anti – emperyalist görüşü açısından Avrasyacılığın geleceği:
Muhtemel Avrasya Birliği'nin emperyalizme bakış açısını, Rusya'nın ABD ve müttefiklerinin dünyayı getirmekle suçladığı konuma karşı bakış açısıyla eş tutabiliriz.
Rusya'nın ABD karşıtlığına kişisel değerlendirmeniz neyse Avrasya'nın da anti-emperyalist bakışını da öyle görebilirsiniz.
Özellikle Putin'in, Batı ile ipleri germesinden sonra, Avrasya havzasının da aynı dalgaya kapılacağı öngörüsünde bulunmak doğru bir yaklaşımdır ki Özbekistan'ın Avrasya Ekonomik Topluluğuna katılmasından sonra Rusya, Avrasya bölgesi hakkında daha cüretkâr konuşmalara girmiştir. AKKA'dan ayrılan Rusya, artık ABD destekçisi AB'ye ve onların bölgedeki müttefiklerine son uyarısını vermiştir.
Moskova, NATO ve Varşova Paktı ülkelerinin konvansiyonel silahlarını kısıtlamak için yapılmış bir antlaşmaydı ki ABD'nin son füze projesinden sonra Rusya artık yeter demişti. Bunu da pratiğe dökmüş oldu.
Önümüzdeki dönem, AB'nin doğu-batı arasında bir seçim yapması gerektiğine olan zorunluluğunu ortaya koyacaktır. Güney Amerika'da bazı ülkelerde köklenmeye başlayan Anti Emperyalist iktidarların etkileriyle diğer ülkelerde de sosyalist ve Anti-emperyalist iktidarları filizlendirmeye başlaması, fikirsel olarak olmasa da hem jeopolitik açıdan hem de askeri güç açısından daha güçlü bir örneğini, Avrasya'nın emperyalizme bakışında göreceğiz.
Keza bu yaklaşım, Avrasya'nın benimsemek zorunda olduğu bir yaklaşımdır. Yayılımcı politika uygulaması imkansız olan bir bölge olan Avrasya ülkelerinin bunu yapmak gibi bir isteği de yoktur.
Son olarak eklenebilecek bir nokta da Avrasya ülkelerinin ABD ile ilişki kurma zorunluluğu adına hiçbir mecburiyet sahibi olmamasıdır. Bu gerçek, oluşabilecek böylesine güçlü ve yeni bir kutbun, ilkelerinde ne kadar ciddi olabileceğini kanıtlıyor. Büyük Ortadoğu Projesi ile büyük yara alan ve tehlikeyi yanı başında hisseden Avrasya'nın, kuşatılmaya engel olabilmesi için Anti-emperyalist tavır sergilemesi ve uluslararası arenadaki desteğini bu temelde kazanmaya çalışması, birlik açısından en mantıklı hareket olacaktır.
Bölüm 3: Türkiye'nin Projedeki Geleceği
Avrasyacılığın en büyük fikir önderlerinden ve Avrasya Partisi Başkanı Alexander Dugin, Türkiye'yi proje içinde şöyle değerlendiriyor:
"Ne kadar ilginç olsa da bugün Avrasyacılığın yükselişini Türkiye'de görüyoruz. Türk toplumunun çeşitli sektörlerinde Avrasya segmentini görüyoruz: Onlar hem solcularda (İşçi Partisi) hem laik milliyetçilerde (askeri yönetim ve generaller) hem hükümet çevrelerinde (Başbakan'ın danışmanları) hem bazı sağcı milliyetçilerde, hem entelektüellerde hem de strateji uzmanlarında mevcuttur. Ünlü Türk Entelektüel Attila İlhan, Türk televizyonunda 6 saatlik programını, Avrasyacılığa ve uluslararası Avrasya Hareketi'nin İstanbul ziyaretine ayırmıştı.
Belli bir döneme kadar Türkiye'nin Kafkaslar ve Orta Asya'da Rusya'nın düşmanı olmasa bile rakibi konumunda olduğu sır değildir. Pantürkizm ise Avrasyacılığın tam karşıtıydı ve Rus karşıtı bir karaktere sahipti. Türkiye'nin Avrasya kilidinde açılması, bugünkü stratejik tabloyu tamamen değiştirebilir. Ve Türkiye bu durumda Avrasya sahasındaki tüm entegrasyon süreçlerinin en önemli partneri, ortağı hatta bir parçası haline gelebilir."
Bu sözlerden ve Dugin'in Türkiye hakkındaki diğer sözlerden aslında Türkiye'nin Avrasya içinde nasıl bir noktada olmasının istendiğini anlayabiliyoruz.
Önce sözlerin satır aralarını açalım, sonra da gerçekçi birkaç tahminde bulunayım.
Türkiye'nin yıllardır ABD'nin yan ürünü haline getirildiği hakkında sanırım hiçbirimiz aksi fikre sahip değilizdir. En azından Rusya'nın görüşü bu şekildedir. Dugin'de buna şaşırmıştır zaten. ABD'nin bölgedeki planlarının bir uygulayıcısı olan Türkiye'de nasıl olmuş da Avrasya'ya sıcak bakan bir akım oluşmuştur. İnanılmaz ama bugün Avrasya'yı destekleyen 2 zıt kutup mevcuttur. Biri Fethullah Gülen grubu, diğeri de İşçi Partisi'dir.
Fethullah Gülen'den kendisini sıyıran Özbekistan ve kendini sıyırmaya çalışan Rusya da anlamışlardır ki Fethullah Gülen Grubunun Avrasyacılık içindeki rolü, Truva Atından farklı değildir. Keza İşçi Partisi de Sovyet Rüyasına olan yakınlığından dolayı çok sıcak bakmıştır ve Avrasyacılığın temellerinin değişmeyeceğini anlamıştır.
Başbakanın danışmanlarından kastettiği de Fethullah Gülen grubu ve İslam dünyasında etkinlik kazanmak isteyen ABD kuklası tarikatların ta kendisidir.
Fakat Attila İlhan ve generaller olarak kastettiği aslında strateji uzmanları kesimi de olaya çok ideal biçimde bakmaktadır. Avrasyacılığın anti-emperyalist yanını en güzel özelliği olarak nitelendiren bu kesim, hiçbir zaman körü körüne bağlılığı istememiş, fakat her zaman yakın durmak ve desteklemek gerektiğini belirtmiştir. Bugün gelinen nokta, Avrasya Birliği üyelerinin Kıbrıs sorununda Türkiye yanlısı bir tavır takınması ve Annan planının karşıtı bir konumda yer aldığı durumudur.
Gün geçtikçe Türkiye'nin dünyada gelişen olaylara bakış açısı ile Avrasya havzasının bakış açısı yaklaşmaktadır ki ABD'nin ve AB'nin tutumu bölge ülkelerini buna zorlamaktadır.
Bu arada Avrasya Birliği'ne sorunların çözümü olarak bakmak büyük bir hata olacaktır. Çünkü Avrasya'ya yakınlaşmadan önce bu birlik ülkeye daha iyi anlatılmalıdır. Dugin'in de söylediği gibi, bu birliği Turancılar ve Sovyet yanlıları hayallerinin geri gelişi olarak algılayabilir ve bir çekişme yaratabilir. Ayrıca ülke içindeki Güneydoğu sorununa bir çözüm sağlayamaz. Ekonomik olarak büyük birgelişim sağlamaktan uzaktır. Fakat enerji açısından ülkemize büyük bir artı kazandıracaktır.
Bor madenlerimizin kullanım ihtimaline katkı sunacak olsa da Türkiye'nin GSMH'sinin bölge ülkelerinin çoğundan çok daha büyük olduğunu unutmamak gerekir.
Türkiye, Avrasya'ya vereceği destekle uzun bir süreç başlatabilir ve en azından daha onurlu bir siyaset izleme şansına sahip olur. Fakat şu bilinmelidir ki Avrasya Birliğinin içinde her zaman ön planda Rusya yer alacaktır. Rusya en azından ezici bir politika izlemeyecektir ama eğer Türkiye Birliğin içine girmeden, dışarıdan sağlam bir destek verirse, bunların hiçbirine maruz kalmadan, birçok avantaj sahibi olacaktır.
Bu yolda en büyük engeli ABD, onun yarattığı emperyalist Tek Süper Güç sisteminin paydaş ülkeleri ve maşaları Ilımlı İslam olacaktır.
Çağlar AKAY - 2006
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)